İNSANOĞLU’NUN ROMANTİK İCADI AŞK

“Aşk, çok zor bir şuur bozukluğudur” der Platon. Bu bozukluğu sağlıklı bir olguymuş gibi göstermek için aşk kavramını romantizim ve duygusallık ile çevreleriz. İlişkinin ya da iki kişi arasında yaşanan durumun aşk olması için basamaklar belirler, akla yakın ya da uzak sebepler uydururuz. Uydurma sebeplerini aklamak için ise aşkın akıl işi olmadığını savunuruz açıklanamaz olduğunu anca yaşanabileceğini, yaşarken de ayaklarımızın yerden kesik, başımızda da kavak yelleri olduğunu söyleyip klasik kalıplaşmış ifadelere sığınırız.

Oysa aşk diye bir olgu yoktur, aşk sadece bir yanılsamadan ibarettir. İnsanoğlu her şey de olduğu gibi hikayeleştirme arzusunun izinde süslemelerle gerçeklikten uzaklaşma isteğiyle bu olguyu hayatının mucizesi olduğuna dair kendini kandırmasına şahit oluruz.

Kandırmacasız, tamamen çıplak haliyle nedir aşk? Aşkı tanımlamak için kaynaklar hikayeler boldur ama bu kavramı açıklamak zordur. Aşk üzerine yazılmış denemeler, hikayeler ta eski Sanskrit edebiyatından başlayarak günümüze kadar uzanırlar. Günümüze kadar gelen aşkın tariflerinden biri Bertrand Russel’a aittir. Bertrand Russel’a göre “kadına bu kadar değer verilmesinin sebebi, onu ele geçirmekte çekilen güçlüğün psikolojik etkisidir. Bir kadını elde etmekte (yani cinsel anlamda birlikteliğe ikna etmekte) güçlük çekmeyen erkeğin duygularının romantikleşmesi aşka dönüşmesi beklenemez. Bunu günümüze uyarlayıp ifade edersek, peşinden koşturup, kaçan kovalanır şeklinde davranıldığında ulaşılmazlık hayranlığa hayranlık da aşka dönüşür diyebiliriz.

İnsanların biraz bu kaçma kovalama şeklindeki ulaşılmazlık oyunu, biraz da bilgisizlik ve aşkı gerçek bir kavram haline dönüştürme isteği Platon’un da ifade ettiği gibi şuur bozukluğu sebebidir. Bu şuur bozukluğunun sebebi toplumdur, toplumların cinselliği düzenlemek amacıyla koyduğu engeller ve kurallardır. Toplumsal engellerin ve yasakların gücü içgüdü yerine toplumsal baskıdan doğar. İşte bu yüzden evlilikler, sadece içgüdüsel bir dürtünün değil, karmaşık kültürel toplumsal dayatmaların da bir sonucudur. Kültür, evlileri veya yeni evlenecekleri birbirine bağlamak ve onların heyecanlarını ve davranışlarını düzenleyip kalıba sokmak için kişisel için güçlü araçlara sahiptir.

Şuur bozukluğunun etkenleri olan toplumun kültürün ve baskının olmadığını yani toplum ve kültür kurallarına uymak zorunda olmayan içgüdüleriyle davranmakta özgür olan canlı türlerine; hayvanların dünyasına bakarsak eğer fark apaçık ortadadır. Hayvanların insanlara oranla daha belirgin olan kızışma dönemleri vardır. Hayvanların yine insanlara oranla kızışma dönemleri dışında cinsel ilgileri sönüktür hatta zihinlerinden cinsellik çiftleşme düşüncesinin zerresi bile yoktur. Çünkü hayvanların çevrelerindeki vahşi tehlikeli hayat her an cinsellik güdüsü ile yaşamalarını imkansız kılar. Oysa insanlarda böyle belli bir kızışma dönemi olmadığı gibi toplum kültür tarafından görülemeyen fakat hissettirilen baskıyla insan her an cinsel dürtüyle yaşar. O dürtü en olmadık anlarda varlığını hatırlatıp insanlara zor anlar yaşatabilir hatta hayatını geri dönüşü olmayan bir tehlikeye bile sokabilir.

İnsanoğlu, kendi aklıyla çabasıyla icat ettikleriyle ilerlediğini sanmış fakat icat ettiklerinin kölesi haline gelmiştir. Cinsellik konusunda yaşadığı sıkışmışlık baskı sadece bu icatlarından biridir. Belki de en çok baskılamak zorunda kaldıklarından biridir.

İnsanoğlu, uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşamaya çalışmak da inadını sürdürmektedir. Tıpkı aşk ve cinsellik olgusunda yaptığı gibi her konuda gerçeği sorgulamaktansa romantik hayalperest yanılsamalara kapılıp gerçeklerin üzerini örtmeyi tercih etmektedir. Bunun uygarlık tarafından iyice köşeye sıkıştırılıp gerçekten yok edilinceye kadar süreceğini söylersek hiç abartmış olamayız çünkü hayaller ütopyalar yanılsamalar kendi elimizle de yaratmış olsak gerçeklerden daha güzeldir çoğunluk için.

GREENSEA