BİRAZ MİDE BİRAZ BEYİN

Kitaplar, yaşayarak ya da gözlemleyerek edindiğimiz deneyimlerin renginin tonlarıyla veya dikliğinin ve yataylığının açılarıyla oynayarak tekrar bize yansıtan içinde sihir taşıyan cisimlerdir. Dışarıdan bakıldığında çeşitli renklerdeki iki kalın kapak arasında kelimeler dolusu bir sayfalar, tıpkı içinde bol malzeme ile hazırlanmış sandviçleri andırırlar. Her ikisinin de özünde var olan insanı doyurma özelliği ise sandviç ile kitap benzerliğini şaşırtıcı düzeye taşır.

Bu benzerlik bir gurme veya kitap kurdu gözüyle bakıldığında korkutucu düzeye bile ulaşabilir. Sağlıklı beslenmenin iyi hissetmemizdeki yadsınamaz etkisi düşünüldüğünde iyi seçilmiş geliştirici kitapların da sağlıklı bir ruh ve beyin için yadsınamayacak derecede önemli olduğunu görebiliriz.

Bedenimiz için sağlıklı olan gıdayı, beynimiz ve ruhumuz için sağlıklı olan kitabı seçmek pek de kolay bir süreç değildir. Sağlıklı olana ulaşana kadar bedenimizi ve beynimizi deneme yanılma yöntemi ile faydasız hatta zararlı bilgi ve gıdalarla doldurabiliriz hem de farkında bile olmadan…

Schopenhauer yaşanabilecek bu şanssız durum için tedbir olabilecek bir tavsiye verir bize:

“Her ne yaparsak yapalım, ister yemek içmek olsun, ister gezmek eğlenmek, ister okumak bilgilenmek; ilk önce kendimiz düşünmeliyiz. En bilgisiz acemi halimizde bile iyiyi kötüyü sağlıklıyı ve zararlıyı ayıran algıya sahibiz. Temelinde kendi düşüncelerimizin olmadığı her durum tehlikelidir çünkü bizleri köleliğe ya da başkalarının düşünce ve davranışlarını kendi davranışlarımız sanmaya iter. “

Kitapların; ruhumuzun gıdası, besinlerin de bedenimizin gıdası olduğu gerçeği göz önüne alındığında her ikisini de iyi besleyebilmenin yolu; düşünerek seçmek ve kendimize ait düşünce yaratmaktır; böylece Schopenhauer’un öngördüğü tuzağa düşmekten de kendi kendimizi koruyabiliriz.

GREENSEA

POEM OF EARTH WE ARE LIVING

She’s testing us, that’s all.
She tried to raise us
So we could help each other out
When aid was needed.

Some tried to be independent
And not cooperate with the rest.

Others were mature from the start
So no one would ever feel left out
Unless they wanted to.

But our mother is one,
So why must we fight
Amongst each other,
While watching her die?

Instead, we should be mourning
The loss of our creator
And share her pain.

We are the ones that are killing her.
So we need to come together again

 
And save our Mother Earth.

NIETZSCHE & AMOR FATI

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
“Ol” der Tanrı.
Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister.
“Ol” der Tanrı.
Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da “Ol” der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser
burdan eser,
kaya bana mısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı…
Sırtında bir acı ile uyanır…
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır…

NIETZSCHE AMOR FATI

Türkçeye kaderini sev şeklinde çevirilen Amor Fati, tam anlamıyla kavranamadığı gibi yanlış anlaşılmalara da maruz kalıyor.”Tanrı öldü” aforizmasıyla ve tüm gelenek ve göreneklere karşı tutumuyla bilinen Nietzsche’nin felsefesinin ve hatta yaşamının temel taşlarından biri olan “Amor Fati’nin” kadercilik ile bağdaştırılması da bir nevi yanlış anlaşılmaların sonsuzluğunu fazlasıyla gözler önüne seriyor.
Nietzsche “Amor Fati”’yi teslimiyetçilik, kadercilik gibi yanlış anlaşılmaların aksine evrensel döngüsellik kuramını açıklamada kullanır. Biraz daha açmamız gerekirse, Nietzsche’ye göre hayatta yaşadıklarımız, daha önce bir yerlerde mutlaka yaşanmış olan ve döngüsel olarak devam eden şeylerdir ve bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir. Yani evren, yaşanan şeylerin basit bir tekrarından ibarettir. Filozof buradan yola çıkarak evrensel döngüselliğe bir tepki gösterir ve ‘Amor Fati’ye ulaşır. Yani ‘Amor Fati’ derken yazgıya teslim olmayı değil, zorunlu olanı kabullenme özgürlüğüne vurgu yapar. Sören Kierkegaard’dan Albert Camus’ye kadar tüm varoluşçu filozoflarda felsefelerinde bu temayı kullanırlar.
Albert Camus’nun mitolojik kahramanı Sisifos buna en büyük örneklerden biri; Tanrılar tarafından bir kayayı dağın tepesine çıkartmakla, ancak kayanın her seferinde tekrar aşağıya düşmesiyle korkunç bir kısırdöngünün içine atılmakla cezalandırılan Sisifos, aslında her şeyin bilincindedir ve bu bilinç onun özgürlüğüdür. Yani Sisifos ‘Amor Fati’ye ulaşır, değiştiremeyeceği yazgısını kabullenir, ama yazgısına teslim olmaktansa onu kendisinin kılar.”
‘Amor Fati’nin dinsel ya da mistik anlamda kaderciliğin aksine yazgıya meydan okumak anlamına geldiği anlaşıldığında ise Nietzsche’nin gözünde evrenin ve hayatın teslimiyetten veya kısırdöngüden ibaret olmadığı da anlaşılmış olur. Amor Fati varoluşçu felsefenin temelindeki oturan bir düşünceyi temsil etmekle birlikte insana kendi yazgısını değiştiremese bile onu sahiplenme özgürlüğünü tanır.

GREENSEA