ÜÇ BİLGE MAYMUN MIZARU, KIKAZARU, IWAZARU

Mizaru, Kikazaru, İwazaru…

Bu isimler neredeyse dünya üzerinde herkesçe bilinen üç maymunun isimleri. Fonetik olarak pek akılda kalıcı olmadıklarından olsa gerek bizlere isimleri yokmuşcasına üç maymun demek daha kolay gelmiş olmalı.
Başta ülkemiz olmak üzere bütün dünyada bu üç maymunun isimlerinin bilinmeyişi gibi gerçekte ne ifade ettikleri de pek bilinmez. Bilinmemekle, bilmemekle de kalınmaz; onlara kendimize göre yeni anlamlar yükleriz.
Bu üç maymunun biri görmez, biri duymaz, biri de bilmez…
Kayıtsız kalan, boş veren, sorumluluktan kaçan gibi esas anlamlarından çok farklı anlamlar yüklenen üç maymun bütün dünyada bu şekilde anlaşılmaktadır. Bu anlamı destekleyen ve yaymaya devam eden “üç maymunu oynamak” sözü de gündelik konuşmalarımızın bir parçasıdır ne yazık ki…
Oysa kendi ülkemizden, batı kültüründen uzaklaşıp üç maymunun kökenlerine; Doğu’ya doğru gittiğimizde üç maymun, üç bilge maymundur.
Batı kültüründe, gerçeği görüp görmezden gelmek, gerçeği duyup duymazdan gelmek, gerçeği bilip bilmezden gelmek ve dolayısıyla hiçbir şey yapmamak şeklinde anlaşılan üç maymunun pek de bilgelik ile alakası yoktur.
Doğu kültüründe ise, bu üç maymun;
Kötüyü görüp, kötü olarak görmemek (kötülükteki iyiyi görmek)
Kötüyü duymamak
Kötü söz söylememek (karşılık vermemek)’yi ifade eder.

Sonuçta; Kötüyü bilmemek (hep iyiyi bilmek) dolayısıyla kötü hiçbir şey yapmamak anlamına geldiğinden esasen bilge üç maymundur.
GREENSEA

ANİMELERİ SEVİYORUZ VEYA SEVMİYORUZ ÇÜNKÜ

Çocuk olmanın bir parçasıdır çizgi filmler… Ben hiç çizgi film izlemedim diyen bir çocuk bulamazsınız dersem çok da yanlış bir şey söylemiş olmam sanırım. Büyüyünce de yani hayatın gerçekleri ile yüzleşme zamanı geldiğinde de aslında çizgi filmlerle ilgili fikrimiz değişmez fakat yetişkin olmanın getirdiği yanılsama ile çizgi filmlerden soğumuş gibi davranırız. Uzak dururuz isteyerek ya da istemeyerek… Koşturmayla geçen hayatımız, çevrenin ne diyeceğine takılışımız, kabul görme güdümüz gibi birçok faktör neden olabilir bu uzaklaşmaya. Genç kızlara, delikanlılara veya yetişkinlere farkında olmadan benimsediğimiz görüşü “sen çocuk musun hala bunları mı izliyorsun diyiveririz hiç düşünmeden. Bu diyiş de birbirine karışır işte anime ve çizgi film… Oysa ikisi o kadar farklıdır ki birbirinden… Öğreticilikleri, umudu besleyişleri, hayal gücü besleyişleri, sıcaklıkları, ruha hitap edişleri neredeyse aynıdır sadece…

Animeler, insanların sandığı gibi çizgi filmler değildirler. Tweety, Bugs Bunny, Temel Reis, Tom ve Jerry gibi çocuklara hitap eden animasyonlardır çizgi filmler. Animeler ise her yaştan insana hitap eder, hayal gücünün veya gerçek hayattan her tür konuyu işleyebilirler. Animelerde insan ve düşünceleri ön plandadır. Çizgi filmlere oranla çizimleri görsellikleri ise aslında birbirine karıştırılmayacak kadar farklıdır. Anime karakterlerinin büyük gözleri, uzun bacakları vardır. Bunun Japonların kısa boylu ve çekik gözlü oluşlarından dolayı belki bir zıtlık belki de farklı olmayı hayal edişlerinin yansıması olarak düşünebiliriz. Fakat bu pek doğru bir düşünüş şekli olmaz çünkü anime olmamalarına rağmen Walt Disney’in çizgi filmlerinin karakteri Bambi’nin de büyük gözleri ve uzun bacakları vardı hatırlarsanız. Walt Disney’den etkilenen Osamu Tezuka’nın animeleri benzer çizimleri kullanmıştır. Ama Japon halkının kültürünün saflığının çocuksuluğunun yaratıcılığının sıcaklığının animeler de bulunduğu gözle görülür şekilde bellidir.

Peki nedir anime? Anime Japonca’da animasyon anlamına gelen mangaların sinema veya televizyona uyarlanmış halidir. Manga ise, Japon kültüründe çizgi romandır. O büyük İlk gözlü dağınık saçlı karakterler ilk önce önümüze manga olarak gelirler. İlk mangalar 1700 yllarında çizilmiştir. İlk animeler ise 1960 lerde görülmüştür. 1900’lerde anime animasyon algısından kurtulup kültür halini almıştır.

Türkiye’de pek bilinmese de birçok anime dünya çapında sevilerek izlenmekte ve değişik ülkelerde ve festivallerde ödüller kazanmaktadır. İlk renkli anime sinema filmi 1958 yapımı The White Snake Enchantress’in Venedik, Meksika, ve Berrlin Festivallerinde ödül kazanmasından sonra animeler uluslar arası yarışmalarda varolmaya ve ödüller kazanmaya devam etmektedir.

Gerçek hayattan ve hayal gücünden beslenip her konuyu işleyen animelerin birçok türü vardır.

*Askeri Anime

*Bilimkurgu Anime

*Doğaüstü Anime

*Ecchi

*Dram anime

*Fantezi Anime

*Harem Anime

*Hentai

*Josei

*Kodomo

* Romantik anime

Türleri saymakla bitmez. İyisi mi siz bir anime seçin ve izleyin. Seversiniz veya sevmezsiniz. Bu yazıdan edineceğiniz bilgiyi ve belki daha fazlasını izlerken bulabilirsiniz. Animelerin arka fonundaki Uzakdoğu felsefesi Japon ve Çin kültürünü yansıtan müziklere ise hiç değinmiyorum. Sevip sevmeyeceğinizi bilemem ama müzikleriyle, kültürüyle, görseliyle, karakterleriyle bir şekilde size dokunup sizlere özlediğiniz şeyleri anımsatıp tekrar yaşatacağını söyleyebilirim.

İlk ve son izleyişiniz de olsa, sevseniz de sevmeseniz de bir kez izledikten sonra;

Anime seviyorum çünkü…

Anime sevmiyorum çünkü…

Diyebileceksiniz…

GREENSEA

TÜRKIYE’DE VE JAPONYA’DA HER AN ÖLÜMÜ YAŞAYAN AĞAÇ :SAKURA

Japonca bir kelime olan Sakura’nın Türkçesi “Kiraz Çiçeğidir”. Sakura, meyve vermeyen bir tür “Kiraz Ağacı”dır. Kiraz çiçeklerinde (sakura) geniş bir çeşitlilik vardır ve 200’den fazla çeşidinin var olduğu bilinmektedir. Japonya’da kiraz çiçeği en popüler çeşidi Somei Yoshino’ dur.
Japonlar için değişim anlamına gelen “Sakura Zensen”: Kiraz çiçeklerinin açması demektir. Japon kültüründe çok özel bir yeri vardır.

Çiçekleri makbuldür. Çiçekleri ağır ağır açar ama çok çabuk dökülür. Hem hayatın başlangıcını yani baharı müjdeler, hem de kaçınılmaz sonunu simgeler. Japonya’da baharın müjdecisi olmasına rağmen, daha solmadan en güzel halindeyken dallarından düşmesi sebebiyle edebiyatta ölüm ile yaşamın birlikteliğini ifade eder.

Zıtlıklar yaşamın her anında birliktedir;
Siyah ile beyaz gibi, iyi ile kötü gibi, yaşam ile ölüm gibi…

Japon Kiraz Çiçekleri: Yeniden Doğuşun Simgesi

Samuray tarzı yaşamı kabullenmiş olan Japon halkı için kiraz çiçeği büyük anlam taşımaktadır. Bunun nedeni Kiraz çiçeklerinin en güzel çağlarında solmadan direk olarak yere düşmeleridir. Samuraylar kiraz çiçeklerine bakarak olası bir savaşta her an ölümü akıllarına getirmekte ve felsefi bir boyuta gitmektedirler.

Kiraz çiçekleri samuraylar için hem yaşamı,
hem de ani bir ölümü hatırlatmaktadırlar.

Ağaç, Japon kültüründe mükemmel güzelliği ve aynı zamanda hızlı, acısız ölümü ifade eder. Bir şeyin hem üstün güzellik hem de hızlı şekilde ölmeyi nasıl aynı anda sembolize ettiği sorusunun cevabı ise Japon kültürünün ölüme bakış açısında saklıdır.

Bu çiçek martın son haftası ile nisanın ilk haftası açar ve Japonya’da bu dönem kutsal sayılır. Öyle ki hava durumundan sonra bir de “Sakura Durumu” verilir.

Sakura’nın dalda kaldığı zamanın çok kısa olması,
Japon kültüründe hayatın gelip geçici olduğunu ifade eder.
Kiraz çiçeği ağacı Çin Kültürü’nde dişi formu temsil edermiş. Oysa, Japon kültüründe çok daha derin bir anlam kazanmıştır.Japonlar kiraz çiçeği ağacının yaşam döngüsünü gözlemleyerek genel olarak insan yaşamı ile Sakuro’nun benzerliğine dikkati çekmişlerdir. Genel olarak yaşamın bir metaforik temsili olması ile birlikte, kiraz çiçeği ağacının Budizm ile derin bağlantılarının var olduğuna inanılmaktadır.
Türkiye’de Sakura

Sakura’lar Japonya’nın doğal zenginliği olarak sınıflandırılır. Bu sebeple ağacın ya da tohumunun ülke dışına çıkartılması yasaklanmıştır. Sadece belli sebeplerle 9 ülkeye gönderilmiştir. Evrensel dostluğu geliştirmek, başka ülkelerle ilişkilerini geliştirmek amacıyla hediye edilir diğer ülkelere.

Bu ülkelerden biri de Türkiyedir.

Japonya’daki Sakura Vakfı, bütün dünyada sakura ağaçlarını barışın sembolü haline getirmek için çalışır. Vakıf, çeşitli ülkelerle temaslar kurar; bu ağaçların dikilip halkın görebileceği mekanlar arar. İstanbul’da da bundan 120 yıl önce Japonya’ya yapılan dostluk ziyaretinden dönerken batan Ertuğrul Firkateyni’nde şehit olan 600 denizcimizin anısına TEMA Vakfı’nın İstanbul Kozyatağı’ndaki Nezahat Gökyiğit Bahçesi’ne 2005’te sakura fidanları dikilmiştir. Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nde oluşturulan ve Ertuğrul Adası adı verilen özel bir bölümde yetiştirilen sakuraların çiçeklerini görmek isteyenler, nisan ayının 10’una kadar bu benzersiz şöleni kaçırmamak için bahçeyi ziyaret eder. Japon kirazı sakuraların yüzlerce çeşidi var. Vakfın bize gönderdiği çeşidin adı yoko. Ülkemize daha önce de çeşitli vesilelerle sakuralar geldi. Yalova’daki Karaca Arboretumu’nda da İstanbul’daki saray bahçelerinde de vardır.

Sakura yerini severse iyi büyür. Kökünün su altında kalmasını sevmemektedir. İstanbul’un havasında rahat yetiştiriliyor. Sakuraların çiçek süresi çok kısa. Nisan ayının ilk 10 günü bunu görmek için en uygun dönem. Japonya’da da zaten çiçeklerinin güzelliği için yetiştiriliyor.

Eğer İstanbul’da sakura turuna çıkmak isterseniz, ilk uğramanız gereken ilçe Sarıyer. Büyükşehir Belediyesi’nin ülkeler arasındaki dostluğu pekiştirmek amacıyla 2003’te Baltalimanı’nda kurduğu Japon Bahçesi’ne 52 yetişkin sakura dikilmişti. Geçen yıl Japonya’dan 12 ağaç daha gönderildi. Ücretsiz gezilebilen parkta, farklı türlerden 5 bin civarında bitki bulunuyor. İstanbul’un en yaşlı sakura ağaçları ise, Japon Bahçesi’nden kuş uçuşu 1,5 kilometre uzaklıktaki Emirgan Korusu’nda. Beyaz Köşk’ün havuz yönündeki girişinde iki büyük sakura bulunuyor. Ayrıca Beyaz Köşk’le Sarı Köşk’ü bağlayan yolda da yaklaşık beş metrelik bir sakura görebilirsiniz.
KAYNAK: http://apelasyon.com/Yazi/121-her-an-olumu-yasayan-kutsal-agac-sakura
GREENSEA

SAKURA FLOWERS

ANCIENT PHILOSOPHY- YIN YANG

ying-yang
the ancient philosophy
to show us how opposites
become one

everyone is different
and everyone is the same
we are as different as sun and moon
as different as earth and sky

we must all be different
in order to become one
one never ending circle
one never ending soul

yin-yang
the ancient philosophy
to show us how
opposites become one
one world
one soul
one beating heart

ANONYMOUS

STORY OF YIN YANG

GÖKTEN ZEMBİLLE İNEN JAPONLARIN YARATILIŞ EFSANESİ

Dünyadan izole, kuşun uçmayıp kervanın mümkünse geçmediği bu adaya Japon halkı nereden gelmişti? Gökten zembille mi inmişlerdi?

Japonlar, gökten zembille indiklerine inanıyorlar( mecazen değil kelime anlamıyla). Japon adalarının tanrılarının ve halkının varoluş hikayesi birçok metaforu barındıran bir erotik mitolojik hikaye. Tanrı İnzaghi (esas oğlan) ile tanrı İzanami (esas kız) iki kardeştir. Abileri İnzaghi cennetten kaçıp İtalyan liginde futbolcu olduktan sonra, İzanagi ve İzanami Tanrılar Yönetim Kurulu tarafından dünyaya yaratılış için gönderiliyorlar. İki kardeş okyanusun üzerinde, havada asılı bir köprüde üzerine basacak hiçbir kara parçası olmadan kalakalınca, yukarı seslenip görmüş geçirmiş tanrılardan yardım istiyorlar. Yukarıdan iki kardeşe mücevherlerle kaplı bir mızrak gönderiliyor. İzanagi bu mızrak ile okyanusu karıştırmaya başlıyor, mızrağı sudan çıkardığında ucundan damlayan damlalar da kristalleşerek Japon adalarını oluşturuyor. Böylece üzerinde eyleme geçebilecekleri bir kara parçası vücuda geliyor. Daha sonra İzanagi ( davet eden erkek), İzanami’ye (davet eden kadın) nasıl olduğunu soruyor.

İzanami: Her şey yolunda… Mutluyum ve yaşıyorum. Ancak içimde bir boşluk var.

İzanagi: Bende öyle hissediyorum. Bir farkla, bende bir boşluk değil, fazlalık var! Neden o zaman bendeki fazlalıkla sendeki boşluğu bir araya getirmiyoruz?

Ve harekete geçiyorlar. Ancak gayet özürlü ve hilkat garibesi bir çocukları oluyor. “Biz nerede yanlış yaptık diyerek” tekrar yukarıdaki tanrılara danışıyorlar. “Sizde amma soru sordunuz “diyen tanrılar ipucunu veriyor: cilveleşmeyi kadın değil erkek başlatacak! Böylece bugün bile geçerli olan Japon kadınının toplumdaki çekingen hali daha yaratılmadan çiziliyor: ağzını fazla açma her şeyi kocana bırak!

Bu tavsiye üzerine dizginleri ele alan İzanagi hemen İzanami’ye yaklaşıp iltifatlara başlıyor;

“Sen ne kadar güzel bir kızmışsın öyle!”

“Sende çok tatlı bir oğlanmışsın!”

Doğru sıralamayla işe başlayınca hayırlı sonuçlar ortaya çıkıyor ve Şinto inanışındaki tanrılar birer birer Japonya topraklarında doğmaya başlıyor. Ancak İzanami ateşten bir bebeği doğururken ölüyor ve yer altı dünyasına gidiyor. Çok üzülen İzanagi de onu takip ediyor ve orada eşini / kız kardeşini buluyor. Ancak yer altı dünyasının yiyeceklerinden bir kere yemiş bulunan ve yaratığa dönüşen İzanami’nin yeryüzüne dönmesi artık mümkün olmuyor. İzanagi korku içinde yer altı dünyasına girişi olan mağaranın ağzını büyük bir kayayla kapatarak kaçıyor. “Beni burada bırakıp gidersen dünyadan her gün 1000 can alırım” diye bağırıyor; İzanagi de “Bende her gün 1500 yeni cana hayat veririm” karşılığını veriyor ve Japon adalarında hayat başlıyor.

Mitoloji de dünyanın yaratılışındaki kadın erkek dengesinin vurgulanmasına ve doğu felsefesinde önemli yer tutan yin-yang güçlerine göndermelerde bulunmasına bakılarak Japon yaratılış efsanesinin evrensel semboller taşıdığı belirtiliyor. Hikayede İzanami’nin ateş bebek doğururken ölmesinin ise, ateşe yüklenen kültür bilgi ve teknolojik gelişme gibi unsurların insanlık tarihinde uğursuzluklara ve felaketlere yol açacağını ima ettiğini söyleyen kaynaklarda bulunmakta…

Kaynak: Japon Yapmış

Onur Ataoğlu