DİL CAMBAZI NIETZSCHE BİR BİLMECE Mİ?

*Ümit mi? Ümit en son kötülüktür. Ümit kötülerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.
*Unutan iyileşir.
*Müziksiz bir hayat hatadır.
*Evlilikleri mutsuz kılan sevginin eksikliği değil, arkadaşlığın eksikliğidir.
*Beni öldürmeyen güçlendirir.
Gündelik hayatımızda genellikle kulaktan dolma, yerli yersiz, sıkça kullandığımız aforizmalar…
Nietzsche’nin aforizmalarından birkaç tanesi ile başladım yazıma. Kimimiz aforizmanın kime ait olduğunu bilmeden, kimimiz ne anlama geldiğini bilmeden, kimimiz ise aforizma dahi olduğunu bilmeden aklımıza geldikçe kullanırız bu aforizmaları…
Oysa aforizmalar, felsefi sistemlerin ve bu sistemlerdeki kavramların özü/ özümsenmiş halleridir.
Felsefe kavramlardan oluşur. Kavramlar ise filozoflar tarafından oluşturulan düşünce sisteminin olmazsa olmazlarıdır. Bir filozofu anlamak onun kavramlarını anlamakla mümkündür. Nietzsche’nin dil cambazı oluşu; dili okuyanın anlamasını zorlaştıracak derece de şiirsel ve derin kullanması da okuyucuların işini iyice zorlaştırır.
Anlaşılmasının önündeki en büyük engel; Nietzsche’nin dil cambazlığı nasıl anlatılabilir? “Güç İstenci” ve “Üst İnsan” Nietzsche felsefesinin temel kavramlarıdır. Bu kavramların belli tek bir tanımı yoktur. İşte zorluk tam buradadır. Nietzsche her kitabında bu kavramları farklı anlamlarda kullanır. Aynı kitabın farklı bölümlerinde bile bu kavramları sıkça farklı anlamlarda kullanır. Okuduğunuz sürece bu temel kavramlara her denk gelişiniz de bildiğinizi ve anladığınızı unutmanız bir nevi sıfırdan başlamanız gerekir.
Her seferinde sıfırdan başlamak gerçekten zor olsa da; bu zorluk, Nietzsche’nin veya herhangi bir filozofun aforizmalarını sloganlaştırarak kullanmak için yeterli ve geçerli bir sebep olamaz olmamalıdır. Gerçekten kendini tanımak ve anlamak isteyen okurlar için sürekli en başa dönmek zorlayıcı olsa da yıldırıcı olmayacaktır.

Nietzsche’ye göre felsefe, insanla başlar insanla biter. Bütünüyle insanla insanın ta kendisiyle ilgilidir.
Oruç Aruoba,“eğer kendinizi anlamaya ve tanımaya kararlıysanız kendinizi anlarken Nietzsche’yi de anlarsınız diyerek Nietzsche okurlarının iyi bildiği Nietzsche’nin hem herkesin hem de hiç kimsenin filozofu olduğunu yeniden hatırlatır.
GREENSEA

SORGULANABİLİR VE KANITLANABİLİR İNANÇ VEV TANRI ÜZERİNE

Her şeye şüpheyle yaklaşmaya mecbur bırakıldığımız bir çağda yaşıyor olsak da, şüphe etmemek, sorgulamamak, kanıtlara ihtiyaç duymamak mümkün mü?

Şüphe ediyorum, düşünüyorum ve soruyorum sordukça sorular birikiyor ve sonunu göremiyorum. Neler mi soruyorum?
Tanrı var mı? Tanrı olmalı mı?
Varsa nasıl olmalı? Varsa ne işe yarar, ne işe yaramaz?
Kanıt var mı? Kanıtlanabilir mi? Kanıt var ise varlığına dair ne kadar kanıt bulunmakta?
Reddetmek mümkün mü? Reddetmek ne kadar mümkün?

Kendimce cevaplar bulmaya başladım sorularıma. İlk olarak Tanrı varsa eğer benim gibi bir şey olmalı; bana benzemeli ama benden güçlü olmalı.

Odamdayım, etrafıma bakınmaya başladım. Üstüme yıkılsa kesinlikle sakatlanacağımı hatta öleceğimi bildiğim dolabıma baktım. Enini boyunu kendimle kıyaslarsam kesinlikle benden büyük, ağır ve güçlüydü. Ama hayır Tanrı böyle bir şey, bir eşya olamazdı.

Eşya değilse ve eğer göremiyorsam – belki de görmem gerekmiyordur- sonuçta, Tanrı’yı görmek zorunda değilim dediysem de kendime, bu pek aklıma yatmadı. Tanrı dediğin yakın olmalıydı insanına. Belli etmeliydi kendini ve yerini.
Pekala Tanrı bizim göremediğimiz bir varlık değilse neredeydi Tanrı?
Hegel’in Tanrı düşüncesinde…

Hegel’e göre tanrının varlığı somut olarak kanıtlanamaz, onu ancak duygu, düşünce ve temsil (imaj) ile algılayabiliriz. Yani tanrının varlığı hiçbir zaman bilimsel bir yolla kanıtlanamaz. Çünkü tanrının kendine ilişkin bilinci, insanın tanrıya ilişkin bilincinden başka bir şey değildir. Tanrı, insanın düşüncesinde, duygularında, hayal ve tasvir gücünde yaşar.
Bu düşüncesine paralel olarak Hegel’e göre; tanrı insanı yaratmadı, tanrıyı yaratan insandır. Bu nedenle birçoğunun inandığı gibi tanrı gökte değil, yeryüzünde, insanlarda yaşamaktadır

Göremiyoruz, kanıtlayamıyoruz ve insanın kendisinin yarattığı Tanrı’nın (düşüncelerimizde ve benim gibi sorgulayan veya sorgulamayan) insanlarda yaşadığını varsaydığımızda, geriye bir tek reddetmek sorusu kalıyor ki, buna da Hegel’in yukarıda belirttiğimiz düşüncesine ek olarak , “Nietzsche’nin Tanrı öldü ifadesi” yani, insanların artık kendi yarattıkları tanrıya inanmaya ihtiyaç duymadığını söylemesi reddetmenin olabilirliğini gösteriyor.
Öte yandan bir inanç, kanıtlandıktan sonra da inanç olma eylemine devam edebilir mi?
Hegel’den farklı olarak Nietzsche’ye göre; Tanrı olarak adlandırılan varlık bir zamanlar yaşamıştır ve artık yoktur. Geriye tek bir yaşam tek bir dünya kalır: görünür dünya, şimdi ve burada yaşanılan dünya.
Sadece burada yaşanılan dünya imgesi insanlığın üst noktasını, üstinsanı gerektirir. ‘Nietzsche’nin üstinsan adıyla nitelediği bir mucize harikası ya da masal kahramanı değil, kendisinden önceki insanın önüne geçen insandır. Tanrının ölümü / reddi bir müjdedir aslında, eyleme geçmek isteyen için doğuş müjdesidir, bütün davranış kalıplarından, değerler sisteminden arınık olarak üstinsanın kendini var etmesi adına.

GREENSEA

slide_18