AYDIN VE DEVRİMCİ LEVENT KIRCA’NIN KANSERLE İMTİHANI & ÖLÜMLE YÜZLEŞMESİ

HÜKÜMETLERE KAFA TUTMUŞ ADAMIM ÖLÜME DE EĞİLMEM!

Ayşe Arman Röportajı

A.A-Öncelikle çok geçmiş olsun. Siz bir sürü şey yaşadınız. Bunu da atlatırsınız ve sağlığınıza kavuşursunuz.

L.K-Teşekkür ederim güzel dileklerin için. Ama çok da iyi değilim. Ölecekmişim gibi hissediyorum. Karaciğer kanseri olduğum için böyle hissediyor olabilirim, kim bilir belki de iyileşebilirim… Ama zaten insanın kendini düşünme zamanı mı şimdi, baksana ortalık yangın yeri.

A.A- Onlar da önemli, sizin başınıza gelenler de. Neden ben diyor musunuz?

L.K-Hayır. Hiç. Oysa etrafımda “Allahım niye böyle oldu? Neden beni buldu? İnşallah ölmeyeceğim herkes bana dua etsin” diyenleri görüyorum. Onların hastalıkla yüzleşmesi böyle saygı duyuyorum. Ama ben hastalığıma böyle yaklaşmıyorum. Belki de “devrimci bir kültürle” büyüdüğüm için “öleceksek öleceğiz” diyorum. Ölüm de güzel bir şey. Doğumu yaşıyoruz ölümü de hakkıyla yaşamak lazım. Böyle düşünüyorum.

A.A-Ağır oldu bu söyledikleriniz! Biz genelde bunları konuşmayız.

L.K-İyi de sadece ben değil, hepimiz ölümü yaşayacağız. Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun sonu, bir eserin sonu gibi insanın sonu… Finali güzel yaşamak lazım. Ağlayıp,sızlayıp dövünüp onu rezil etmemek lazım. Bir de, 65 yaşına gelmişim. Okumuş yazmış, çizmiş üretmişim.Şan-ı şöhreti görmüşüm, bunu taşıyabilmişim, çoluğum çocuğum olmuş, hayatıma birbirinden değerli insanlar girmiş, bu insanlar beni sevmiş mutlu olmuşum. E 65’te ölmezsem 75 ‘imde öleceğim.

A.A-İnsan tırsmıyor mu?

L.K-. İnsan tırsmıyor. İlk kanserimde afallamıştım. Bu kez tuhaf bir şekilde kabullendim. İnsan olgunlaşıyor, dik durmayı öğreniyor. Gerekirse de ölürüm. Hayatta dik durmayı başarmış, hükümetlere kafa tutmuş devrimci bir adam olarak, yine dik duracağım. Ben ölüme de eğilmem. Bu gibi durumlarda 18’liklerin şehit olduğunu görüp “neden ben” demek bence bencillik… Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı “Neden ben?” diye. Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. Neden ben demek bencillik gibi geliyor bana. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? 18 yaşında çocuk şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması. Kemoterapiye gittiğimde küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikayet etmem, ölmek istemiyorum gitmeyeceğim, kazık çakacağım diye tutturmam ayıp değil mi? Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu?

L.K-Hep aynı klişeler… Seni çok iyi gördük, sen bizi gömersin gibi aynı klişe sözleri tekrarlıyorlar… Onların da işi zor! Ne diyecekler… Ama sonra komik oluyor. Çünkü ard arda gelen üç kişi aynı klişe cümleyi kuruyor

nee

TAMAMINI MERAK EDİP OKUMAK İSTEYENLERE :

http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ayse-arman_12/hukumetlere-kafa-tutmus-adamim-olume-de-egilmem_30058868

BUDA’NIN ON DÜNYA GÖRÜŞÜ

Bu görüş günlük hayata en etkili biçimde, Japonya’da XIII. Yüzyılda, Nichiren Daishonin tarafından geçirildi. Nichiren bir tür Japon Sokrates’ti. Bilge ve iyiliksever bir öğretmen, aynı zamanda bir Budist rahip ve alim olan Nichiren, zamanında yaşanan yozlaşmaları gözler önüne sererek kendini ciddi bir politik kavganın içine sokmuştu. Özellikle de Budizm’in yönetici sınıf tarafından yozlaştırıldığını ve kitlelerin aydınlanması ve kalkınması yerine onları güçsüzleştirmek ve kontrol altında tutmak için kullanıldığını ortaya koymuştu. (Bütün dinler bu aşamadan geçer. Bazıları orada uzun zaman kalır. ) Tahmin edebileceğiniz gibi Nichiren, bu doğruları söyleyerek çok sayıda düşman edinmişti. Aynı zamanda az sayıda nüfuzlu arkadaşı da olmuştu. İdam cezasından kıl payı kurtulmuş, acımasız sürgünlere katlanmıştı. Ama hayatta kalarak diğer konuların yanı sıra On Dünya öğretisini de kapsayan Lotus Sutra’nın büyük yorumcusu olmuştu.

On Dünya aslında zihnin eşzamanlı olarak yaşadığı on farklı halidir. Güvecin içindeki malzemeler gibi hepsi bir arada var olurlar. Ama ne düşündüğünüze veya yaptığınıza veya çevrenizde neler olduğuna bağlı olarak, verili herhangi bir anda bu hallerden birini öncelikli olarak yaşarsınız. Bilincinizin ön safhalarına geçer ve sadece bir süreliğine diğerlerini gölgede bırakır. Gün içinde (ve siz uyurken de) pek çok kez bir hal diğerine dönüşür. Bu haller nelerdir? Adları cehennem, açlık, içgüdü, öfke ve sakinlik, esrime, öğrenme, kavrama, yardım etme ve uyanıştır. Özellikleri nelerdir?

  • CEHENNEM: Kötü ya da hoşa gitmeyen bir şey olduğunda sinirlenir yada üzülürsünüz. Herhangi bir endişe, korku ya da başka bir kaygı cehennem gibi olabilir. Kronik depresyon gibi hastalıklar ya da manik depresyonun depresyon hali de cehennem gibidir. Bazen patronlar, evlilik ya da iş hayatı da öyledir. Öfkeyle kendilerini yiyen insanlar cehennemdedir. Acı yada sıkıntı çektiğimizde cehennemde hissederiz. Burası mantığın ya da tutkunun da ötesinde, bulunabilecek en kötü haldir.
  • AÇLIK: Burada bahsedilen fiziksel açlık değil arzudur. Alkol, uyuşturucu ya da diğer şeylere bağımlı insanlar gibi saplantılı insanlar bu açlığı çeker. Çok sayıda obez insan, hayatlarında anlam, amaç, sevgi ya da şefkat için korkunç bir açlık içindedirler ve bu açlığı yemekle bastırmaya çalışıp başarılı olamazlar. Sürekli yerler ama doymazlar. Bu tür açlıklar uç (ya da yapay) tutkulardır.
  • İÇGÜDÜ: Bunlar size bedensel doğanızın verdiği hayvani iştah ve dürtülerdir. Hava, yemek, içmek, uyumak, sevgi, şefkat, boşaltım ve sekse olan normal ihtiyaçların hepsi içgüdüseldir. Öğrenilmiş değillerdir. Kimse size susamaya, yorulmayı, sevgi beklemeyi ya da şehvet duymayı öğretmez. Ne zaman yemeniz gerektiğini bilmek için bir saate ihtiyaç duymazsınız; mideniz size söyler. Hayvani iştahlarımız normal (doğal) tutkulardır.
  • ÖFKE: Öfke, sinirlenmekten daha fazla anlam taşır. Bazıları sürekli öfkeli görünür bazıları da ara sıra huysuzlaşır. Bazıları sokaklarındaki bir otomobilin alarmı ya da metro da duydukları ucuz parfüm kokusu gibi bir uyarandan rahatsız olur. Bazıları rahatsızlık veren uyarana karşı mücadele etmeye meyillidir ve sürekli olarak kendi inançlarını öfkeyle kabul ettirmeye çalışırlar. Bazıları her zaman tartışmacı veya aşırı eleştireldir. Bazıları ise kibirli ve sadisttir. Bu tür öfkeler mantıksız ve abartılmış tutkulardır.
  • SAKİNLİK: Bu hal, zihninizin sakin bir günde bir gölün durgun yüzeyi gibi dingin olduğu sakin bir durumdur. Bu hali genellikle yorucu bir fiziksel çabadan veya ağır bir yemekten sonra, meditasyon sırasında, uzun bir yolculukta, hayal kurarken ya da uykunun bazı aşamalarında yaşarsınız. Sizi özellikle rahatsız eden kendiniz dahil hiçbir şey yoktur. Sakinlik doğallıktır hem tutkunun hem mantığın olmadığı halidir.
  • ESRİME: Bu bir ani mutluluk yada çoşku halidir. İş yerinde terfi ya da zam almış olabilirsiniz. Belki de kişisel bir yenilenme yaşamış yada hayallerinizdeki evi satın almışsınızdır. Bu ve benzeri durumlar devam ettiği sürece esrime halinden daha iyi hissettiren hiçbir şey olamaz. Esrime durumu en mutluluk verici tutkudur ama tam da bu yüzden sonsuza dek sürmez.
  • ÖĞRENME: Bu halde kavrama yeteneklerinizi geliştirir, entelektüel kaslarınızı esnetirsiniz. Yeni bir dil, bir kavram, bir müzik parçası ya da yeni bir oyun öğreniyor olabilirsiniz. İlgilendiğiniz ne olursa olsun düşünen zihniniz meşgul ve donanımlıdır. Mantık yürüten bir bireysinizdir.
  • KAVRAMA: Kavramak keşfetmek, yaratıcılık, icat ve bağlantı kurmak demektir. Kavrayış, yaratıcı tutkudan ilham alan mantıktır.
  • YARDIM ETME: Zihnin yardım etme hali vericidir. Bu halin daha yüksek seviyelerinde karşılık beklemez. Sadece başkalarının kaygılarını rahatlatmayı amaçlar. Böyle yardımcılara ‘ bodisatva’ denir.
    • UYANIŞ:Diğer dokuz dünya, az ya da çok zihnin kısmen uyanık halleridir. Tamamen uyanışın dünyası Buda’nın zihin durumudur. Lotus Sutra sizin de bir Buda olduğunuzu ama bunu tamamen fark etmemiş olabileceğinizi öğretir. Bu, acının bile sükunetle dindiği tek haldir. Cehennemden etkilenmez. Bulunulacak en iyi haldir.

EDWARD GOREY ILLUSTRATIONS & BIOGRAPY

Born on February 22, 1925, in Chicago, Illinois, Edward St. John Gorey was a designer, writer and illustrator known for his unique artistic style, which blended elements of the macabre with humor and whimsy. He taught himself how to read at an early age and two books of his favorites from this time, Draculaand Alice in Wonderland, left a lasting impression on him.

At Chicago’s Francis W. Parker School, Gorey discovered his passion for art. He even took some courses at the Chicago Institute of Art in 1942 after graduating in 1942. That same year, however, Gorey soon found his life headed in a new direction. He was drafted into the U.S. Army. The young soldier didn’t see any action during World War II, spending much of his time as a clerk at Utah’s Dugway Proving Ground.

Not long after finishing his military service, Gorey enrolled Harvard University in Cambridge, Massachusetts.There he befriended writer Frank O’Hara. Gorey also became part of The Poets’ Theatre in Cambridge where he served as a designer. In 1950, he completed his studies at Harvard, earning his bachelor’s degree in French literature.

As an illustrator, Gorey developed a quirky, unique and macabre style that was a large influence on the work of artists like Tim Burton. After publishing his first work, 1953’sUnstrung Harp, he gained a local following, and his popularity continued to grow. Other independent works include The Doubtful Guest (1957), The Hapless Child (1961), The Gashlycrumb Tinies (1963) and The Gilded Bat(1966). Gorey also illustrated numerous works by other writers, including literary greats H.G. Wells, T.S. Eliot, Charles Dickens, Lewis Carroll and Virginia Woolf. In 1978, he won a Tony Award for costume design on the Broadway production of Dracula. His work began even more widely known in 1980 with the premiere of the PBS series Mystery!, the intro of which boasted his illustrations. Gorey died on April 15, 2000, in Hyannis, Massachusetts.

GÖRÜNMEZİ GÖRÜNÜR KILAN ALGI

İnsan ilişkilerini başlatan ve sürmesini sağlayan en önemli unsur belki de bir anlık etkili bir etkileşimdir. Bir söz, bir hareket, bir mimik, görünmez küçük soyut hayaletimsi güçler çok büyük başlangıçlar ve başarılar yaratabilirler. Tek yapmamız gereken o hayaletimsi güçleri küçümsememek, görmezden gelmemek, görünmez olsalar da var olduklarını kabul etmek ve onları algılaya açık olmaktır.Onları kabul etmek o hayaletimsi güçleri kendiliğinden algılanabilir hale getirir. O andan itibaren daha duyarlı, anlayışlı, daha barışçıl, sevecen, umutlu hale geliriz ve bunu sürdürmek bizim elimizdedir.Bugün o hayaletimsi güçlerin görünmez olduğu kadar güçsüz olmadıklarına bir kez daha şahit oldum. Tek düşüncem televizyon kanallarının arasında dolanmaktan kurtulmak ve güzel bir akşam geçirmemi sağlayacak bir film izlemekti soğuk bira eşliğindeki cips ile… Elime gelen filmin isminin ne olduğuna dahi bakma gereği duymayışım da işte bu yüzden olsa gerekti…Her filmde, tiyatro oyununda ve karşılıklı gerçekleştirilen her aktivite de olduğu gibi ilk bölümde olayların genel hatlarının çizildiği dolayısıyla izlenirken veya dinlenirken ciddiyet gerektirdiğini ve başını anlayamadığınızda sonunu da anlamayacağınızı bu yüzden de ilk bölümün devam niteliğindeki ikinci bölüme oranla daha önemli olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Derinlerde gizlenen bu düşüncem benim filmin adına bakmadan izlemeye başladığım filmin ilk yarısını izleyişime ciddiyet katmıştı bile.Fakat bir filmin, tiyatro oyununun, karşılıklı gerçekleştirilen her aktivitenin ikinci bölümüne devam etmek isteyip istemediğinizi belirleyen tek etken aktivitenin kendisi değildir. İlk bölümün üzerinizde bıraktığı etki, yani film, tiyatro oyunu veya iletişim haline olduğunuz kişinin sizinle aranızda oluşan etkileşimin payının hayaletimsi, görünmez olması onu görmezden geleceğimiz anlamına gelmez. Derinlerdeki düşünceleriniz gibi, izlediğiniz film, tiyatro oyunu veya karşılıklı gerçekleşen her aktivite de olduğu gibi sizinle yaptığınız aktivite arasında algıya dayanan güçlü bir etkileşim durdurulamaz bir şekilde alır başını gider.Benimde izlediğim Charlie Chaplin’nin “The Great Dictator” filmiyle aramda böylesine güçlü durdurulamaz bir etkileşim başlamıştı. Filmin ilk yarısında ciddiyetin ve bu etkileşimin en yoğun olduğuna inanan derin düşüncelerimi değiştirecek bir film ile karşı karşıyaydım. Bu etkileşim filmin son sahnesinde hiç olmadığı kadar beni sarıp sarmalayacak, kendimi son sahneyi tekrar geri sarıp izlerken bulacaktım.Son sahne, filmin ilk bölümünü anlayamazsam ikinci bölümünü de anlayamam şeklinde sabitlenmiş, yerleşmiş düşüncelerimi bir kalemde silmişti. Son sahne, filmin en çok ciddiyeti hak eden, en etkileyici, film ile etkileşimimi film ile bütünleşmeye dönüştüren ve filmi unutulmaz klasikler arasına sokacak sahneydi.İzlemeden, görsellikten uzak düşünülüp okunduğunda bile insanda “işte bu” dedirten bir bütünleşme yaşatacak derece de düşüncelerimizi yansıtan o sözler;

Üzgünüm ben imparator olmak istemiyorum

Bu beni ilgilendirmiyorHükmetmek veya işgal etmek istemiyorum

Herkese yardım etmek istiyorumYahudi katolik siyah beyaz

Hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz

Hiç kimseden nefret etmiyor hiç kimseyi aşağılamıyoruz

Bu dünyada herkese yer var

Hayat hür ve güzel olmalI

Biz doğru yoldan çıktık

İktidar hırsı insan ruhunu zehirledi

Nefret duvarları ördü bizi mutsuzluğa ve insan kıyımına mahkum etti

Hızı keşfettik ama yerimizde sayıyoruz

Makineleşme bolluk yerine yokluk getirdi

Bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı

cok düşünüp az hissediyoruz

Makineden cok insanlığa ihtiyacımız var

Beceriden cok iyiliğe ihtiyac duyuyoruz

Aksi takdirde şiddet galip gelecek ve hayat yok olacak

Uçak ve radyo bizi birbirimize yaklaştırdı

Bu icatların temelinde iyilik kardeşlik ve beraberlik var

Milyonlarca kadın umutsuz cocuk şuan sesimizi duyuyor

Masum insanlara işkence yapan hapse atan bir sistemin kurbanları o insanlar

Umutsuzluğa kapılmayın

Mutsuzluğumuzun sebebi hırslı kişilerin insanlığın ilerlemesinden korkmasıdır

Nefret geçer diktatörler ölür

HALKTAN ALDIKLARI İKTİDAR HALKA GERİ DÖNER İNSANLAR ÖLÜR HÜRRİYET ÖLMEZ

Askerler zorbalara teslim olmayın kendinizi koyun yerine koydurmayın

İnsanlıktan çıkmış beyni kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın

Siz ne makine ne koyunsunuz siz insansınız

Esirlik için değil hürriyet için savaşın

Güç siz insanların elindedir

Bu güçle yaşamı hür ve güzel yapın

DEMOKRASİNİN VERDİĞİ GÜCÜ KULLANALIMBİRLİK OLUP HARİKA BİR DÜNYA YARATALIM

HERKESE İŞ SAĞLAYAN, GENÇLERE UMUT YAŞLILARA GARANTİ VEREN BİR DÜNYA

YOBAZLAR BUNU VAAT EDEREK İKTİDARI ALDILAR YALAN SOYLEDİLER ZATEN ASLA SOZLERİNİ TUTMAZLAR

DİKTATÖRLER EN BÜYÜK HIRSLAR İÇİN HALKI KÖLELEŞTİRİRLER DÜNYAYI KURTARALIM

HIRS KİN VE YOBAZLIĞI YÜRÜRLÜKTEN KALDIRALIM

AKLIN İDARE ETTİĞİ BİR DÜNYA İCİN SAVAŞALIM

Bu sözler Charlie Chaplin’nin oyunculuğunu izlemeden de bütünleşme yaratma gücünü taşıyor. Fakat o bütünleşmeyi yaşamak için bu sözleri algılmaya, derinlerde yerleşmiş yargılarımızı yıkmaya hazır olmalıyız. Tek bir sözün, hareketin mimiğin çok büyük başlangıçlar ve başarılar yaratabileceğine dair umudumuzu korumayı başarmalıyız.Aslında her şey görünmez hayaletimsi, görülmeyi bekleyen görünmezler de gizli değil midir? O görünmeyeni bir anda görünür kılacak anlarla olaylarla doludur hayat.Bazen bir filmde, bir söz de, bir bakışta, bir mimik de veya bir müzik de…Güç, görünmezi görünür kılma gücü siz insanların elindedir. Belki de sadece bunu görebilmek ve kabul etmek büyük başlangıca veya başarılara doğru yola çıkmak için yeterlidir.

GREENSEA

BİR GÜN DEĞİL HER GÜN HAYVAN HAKLARINI BİL VE KORU

Yaşamın tek olduğunu, yaşayan bütün canlıların ortak bir kökeni olduğunu ve türlerin evrimi yönünde farklılaştığını, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu ve sinir sistemi olan her hayvanın kendine özgü hakları bulunduğunu, bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar doğuracağını ve insanoğlunun hayvanlara karşı suç işlemesine sebebiyet vereceğini, türlerin birlikte olmasının diğer hayvan türlerinin yaşama hakkının insanoğlu tarafından tanınmasını ifade edeceğini, insanoğlu tarafından hayvanlara saygı gösterilmesinin bir insanın bir diğerine gösterdiği saygıdan ayrı tutulamayacağını dikkate alarak, ilan edilir ki;

Madde 1
Bütün hayvanlar biyolojik denge kavramı içerisinde varolmak bakımından eşit haklara sahiptir.

Madde 2
Bütün hayvanlar saygı gösterilme hakkına sahiptir.

Madde 3
1. Hayvanlara kötü muamele edilemez veya zalimane davranışlarda bulunulamaz.
2. Eğer bir hayvanın öldürülmesi gerekiyorsa, bu bir anda, acısız ve korku yaratmaksızın yapılmalıdır.
3. Ölü bir hayvana saygıyla davranılmalıdır.

Madde 4
1. Vahşi hayvanlar yaşama hakkına ve kendi doğal çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahiptirler.
2. Vahşi hayvanların özgürlüğünden uzun süreli alı konulması, avlanma ve balık tutma geçmiş zamana ait olup hangi sebeple olursa olsun vahşi hayvanların bu şekilde kullanımı hayati olmayıp, akis davranışlar bu temel hakka karşıdır.

Madde 5
1. Bir insanın desteğine ihtiyaç duyan her hayvan uygun beslenme ve bakımı görme hakkına sahiptir.
2. Hiçbir koşul atında terk edilemez veya adil olmayan bir şekilde öldürülemezler.
3. Her tür soy üretme ve hayvan kullanımında soyun fizyolojisine ve kendi türüne özel davranışlarına saygı gösterilmesi zorunludur.
4. Hayvanları içeren sergiler, gösteriler ve filmler hayvanların onuruna saygı göstermek zorunda olup hiçbir şekilde şiddet içeremezler.

Madde 6
1. Hayvanlar üzerine yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneyler hayvanların haklarının ihlalidir.
2. Soyu tükenen hayvanların ya da yok edilen bir hayvanın yerine yenisinin ikame edilmesi yöntemleri geliştirilmeli ve sistemli olarak devam ettirilmelidir.

Madde 7
Gereği olmayacak şekilde bir hayvanın öldürülmesini içeren her kanun ya da buna yol açan her karar yaşama karşı işlenmiş suç kapsamındadır.

Madde 8
1. Vahşi bir hayvan soyunun hayata kalma onurunu hiçe sayan her yasa ve böylesi bir harekete sebep olan her karar soykırıma eşdeğer olup soya kaşı işlenmiş suçtur.
2. Vahşi hayvanların katledilmesi ve üreme yumurtalarının kirletilmesi, yok edilmesi soykırım cürümüdür.

Madde 9
1. Hayvanların kendilerine özgü yasal statüleri ve hakları hukuk tarafından tanınmak zorundadır.
2. Hayvanların güvenliğinin koruma altına alınması hususu Devlet örgütleri düzeyinde temsil edilmelidir.

Madde 10
Eğitimden ve okullaşmadan sorumlu merciler, vatandaşlarına çocukluktan itibaren hayvanları anlamayı ve saygı göstermeyi öğrenmeleri için olanak sağlamak zorundadır.

Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki UNESCO Merkezi’nde törenle ilan edilmiştir. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü’ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır.