TİYATROLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN

Anlatamadıklarımı anlatabildiğim için TiYATRO…

Insan için, insanla yapıldığı için TiYATRO

Yalnız olmadığımı bildiğim için TiYATRO…

Her provada beni seven, güvenebildiğim ve paylasabildiğim insanlar arasında olduğum için TiYATRO…

Her oyunda sizlerle düsüncelerimizi ve emeğimizi paylasmanın mutluluğunu yasadığım için TiYATRO

Tiyatro aracılığı ile insani değerlerimizi, kültürel değerlerimizi unutmamak ve unutturmamak olduğu için TiYATRO

Yalnız ve güçsüz olmadığımızı kanıtlamak için TiYATRO

İNSANI INSANA INSANCA ANLATTIĞI İÇİN TİYATRO İNSANI İNSANA İNSANCA ANLATTIĞI İÇİN TİYATRO…

AĞLAMANIN YAŞATICI GÜCÜ

Gülmek ve ağlamak birbirine tıpkı et tırnak gibi bağlı olan iki hayati ve insani duygular değil midir? Bu soruya hepimiz “evet” diye cevap veririz şüphesiz. Evet cevabı çok yetersiz değil midir? Bu yetersiz cevap bir soru daha doğurmaz mı? Doğurur ve herkes belki de bu yeni soruyu kendine sorar. Ama cevabından korkar ve sormamış gibi aklına gelmemiş gibi davranır. Peki bu yeni doğmuş zayıf güçsüz ama insanı yapısıyla çelişen güçlü etkisiyle korkutan soru nedir? “Ağlamayı mı gülmeyi mi tercih edersiniz sorusudur bu soru. Cevaplar ise bizlere çoğunlukla gülmenin ağlamaya tercih edildiğini gösterir. Hani gülmek ve ağlamak birbirinden ayrılmazdı dolayısıyla ikisinin de eşit derece de tercih edilir olması gerekmez mi yani? Bu soru bir anda çıkıverir ortaya ve sözlere dökülüverir isteseniz de engel olamazsınız. Bu yüzden de cevaplanması gerekir. Ama cevabı sanıldığı kadar kolay değildir. Düşünmeyi, derinlere inmeyi gerektirir. Herkes derinlere inmeyi, o derinlikte kaybolmayı, boğulmayı göze alamaz. Çoğumuz için derinlikler, boğulma riski hayatı boyunca girdiği risklerden zorluklardan çok daha risklidir. Peki bu riske girebilenler, muhtemelen ağlamayı bilen, ağlamaktan utanmayanlardır. Evet, çoğumuz ağlamayı, ağlayan çocukları, insanları ayıplar ve zayıf insanlar olarak görür, hatta uzak durmak isteriz. Uzak durma isteği anlaşılabilir bir istektir, insanlar mutluluğu arar ve yaşadığı her an ve mutluluktan uzak olan her şeyden arkalarına bakmadan kaçarlar. İnsanlar için söyledikleri gibi gülmek ve ağlamak birbirinden ayrılmaz hayati , insani duygular değildir. İnsanın elinden gelseydi ağlama duygusu şimdiye kadar tamamen ortadan kaldırılırdı.Ağlamak zayıflık mıdır gerçekten? Nedir bize ağlamanın zayıflık olduğunu düşündüren? En çok ağlayanlar bebekler ve çocuklardır. Bebek anneye babaya muhtaçtır. Çocuklar da bebekler kadar olmasa da ağlamayı seçerler isteklerine ulaşmak için korunmaya yardıma muhtaçtırlar. İşte ağlamanın bize hatırlattığı bebekliğimize çocukluğumuzda gizlenen muhtaç olma duygusudur.Aslında cevap toplumdadır. Toplum, ağlamayı insana yakışmayan, zayıflık belirtisi olduğunu gizliden zorla öğretir insana. Nasıl öğrendiğini bilmediği bu dayatılmış bilgi insanı katı sert bir hale getirir. Tıpkı robotlar gibi. Zamanımızın robotlaşmış, ağlayamayan insanları her şeyin bir tek gözyaşında gizli olduğunu, o minicik duygu damlasının mucize etkisiyle robotluktan insana geçişin yolu tek yolu olacağını göremezler. Göstermek isteyenleri de görmezden gelirler.Kültürümüz, toplumumuz bu görmezden gelmeyi fazlasıyla destekler. Müziklerimiz, ezgilerimiz, şarkı sözlerimiz hep ağdalı hüzün doludur. İçimizdeki ağlama engelini aşmak için yardımcı olacağı yerde bizlerde tam tersi etki yapar. Asi, dünyaya isyan eder hale getirir bizleri. Ya da var olan isyanı güçlendirir, en üst seviyeye çıkarır.O üst seviyelerden alt seviyelere inmek yılların birikimi ve toplumun etkileriyle nerdeyse imkansızlaşır. İsyan bayrakları dalgalanır havada olanca özgürlüğüyle. Aslında imkansız olmayanı imkansızlaştırırız. Kendi kendimizin en büyük düşmanı oluruz. Doğal olarak bunun da farkına varmayız.Oysa ağlamayı bilmek , ağlayabilmek ve gülmeyi de unutmamak gerekir. Sadece lafta değil gerçekte de ağlamanın ve gülmenin birbirlerine ayıplanmayacak insani ve hayati bağlarla birbirine bağlı olduğunu görmeli ve görmeyen gözlere göstermeliyiz.Peki ama nasıl mı?Bu iki duyguyu bir arada olanca gerçekliğiyle gözlerimizin önüne serer müzik ve sanat. Tiyatro, hayatın sahnelenen şeklidir ve gülen ve ağlayan surat simgeleriyle ağlamayı gülmekle eş tutar. Ya müzik? Görmek istemediğimiz gibi duymak da istemediğimiz için müziğinde tıpkı tiyatro ve sanatın her dalı gibi iki duygunun eş değerliliğini bizlere gösterdiğini göremez ve duyamayız.Bugün dinlediğim bir şarkı Sezen Aksu klasiklerinden olan şarkı, ismiyle ve sözleriyle yeterince bu eşitliği vurgular ve bizlere görmemiz duymamız gerekeni inatla duyurup göstermek ister. Gelin daha fazla görmezden gelmeyelim… Yarattığımız körlükten kurtulalım… Belki de robotlaşan insan toplumunda bizi güçlü kılan veya yaşatacak olan ağlamamak değil, ağlayabilmektir. İşte sözlerime tercüman olan şarkı sözleri, bana daha fazla söz bırakmamakta… Peki ya sizlerde?

Ağlamak güzeldir

Süzülürken yaşlar gözünden sakın utanma

Ağlamak öfke delice nefret

Doruklarda aşk doyumsuz sevinç

Kahreden keder kısaca hayatVe nefesindir ve nefesindir

Ağlamak şu gelip geçici dünyada

Herşeye rağmen var olmak demek

Ağlamak yaşayan binlerce duyguİnsanca ve çoşkulu güzel birşeydir

Ağlamak güzeldirSüzülürken yaşlar gözünden sakın utanma

Ağlamak senin kara dünyada

Hala sevdiğin ve hissettiğin

Tüm güzelliğin ve çirkinliğinle

Var olduğundur

Ağlamak şu gelip geçiçi dünyadaHerşeye rağmen var olmak demek

Ağlamak yaşayan binlerce duygu

İnsanca ve çoşkulu güzel birşeydir.

GREENSEA

HAPPINESS AND PEACE IS NOT CONSTENT TO INJUSTICE

social-power-justice

Sometimes manipulative people will use someone’s happiness to justify mistreating them. It works something like this:

• Sometimes people force or pressure someone into a bad situation.
• Then they tell them that it’s really a good situation.
• And that they’ll like it if they give it a chance.
• They’’re treated badly, in ways that no one should have to put up with.
• Then they, through effort and creativity, manage to enjoy some things even though the situation is bad and they’re being mistreated.
• Maybe they even find a way to be reasonably happy a lot of the time.
• Then the manipulative person says: See? You gave it a chance, and now you’re happy!
If someone with power over you plays this kind of mind game, it can be very disorienting. They may be able to simultaneously make you feel ashamed of objecting to their injustice, and also ashamed of any happiness you might find. But actually, it’s ok to enjoy things, it’s ok to object to mistreatment, and it’s ok to do both of those things at the same time.
It can help to keep in mind that the world doesn’t actually revolve around the people who have unjust power over you. You do not belong to them. Your ability to enjoy things isn’t a gift they’re giving you; it’s something you’re creating even though they’re putting you into a very bad situation. Your life is yours, and so are the things you have found ways to care about.
If people treat you unjustly, dehumanize you, or otherwise mistreat you, that is wrong even if you manage to build some good things into your life. They’re in the wrong even if you are ok, and even if you are happy. If you make the best of a bad situation, that is an accomplishment that belongs to you. It doesn’t make the situation ok, and it doesn’t give others the right to treat you badly. You don’t have to earn the right to object to mistreatment by being constantly miserable. You have every right to object to injustice and wrongs being done to you even if you are happy.

ANONYMOUS

no-justice-no-peace-2014

NEDEN YAZIYORUM-BABAMIN BAVULU

“Neden yazıyorsunuz?” sorusuna cevaplar:

1. İçimden geldiği için yazıyorum.

2.Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum.

3.Hepinize, herkese çok ama çok kızdığım için yazıyorum.

4.Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum.

5.Gerçekliğe onu ancak değiştirerek katlanabildiğim için yazıyorum.

6.Kağıdın, kalemin mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum.

7.Edebiyata roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum.

8.Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum.

9.Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum.

10.Yalnız kalmak için yazıyorum.

11..Hepinize, herkese neden o kadar çok kızıyorum belki anlarım diye yazıyorum.

12.Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum.

13.Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitapların raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum.

14.Hayat, dünya her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum.

15.Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum.

16.Hikaye uydurmanın ve kurmanın zevkleri için yazıyorum.

17.Tıpkı bir rüyadaki gibi gidilecek başka bir yere bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum.

18.Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum.

19.MUTLU OLMAK İÇİN YAZIYORUM.

Orhan Pamuk- Babamın Bavulu

I Like Being Weird

Whether I’m laughing in awkward situations
Or crying when everybody else smiles
I go from wanting to stay in bed forever
To wanting to run directionless for miles

Normality just feels like silent floorboards
And is something I most definitely fear
See I need to creak every once in a while
You won’t understand but I like being weird

Talking when everybody else is silent
Being deathly quiet in a maelstrom of noise
As I decide if I’ll be your friend today
But I promise that you are not just a toy

Normality just feels like empty nightscapes
And is something I most definitely fear
I need the stars to spell out my last name
Don’t try to understand me, I’m just being weird

Regressing to when I was a child again
Trying to forget how I learnt to be scared
Thinking how much I miss the simplicity
And how for this nonsense I was not prepared

But normality just feels like a life sentence
And is something I most definitely fear
At the end of this sentence comes a full stop
As I’m the only one who gets to call me weird

KİRPİMSİ İNSAN & İNSANSI KİRPİ HİKAYESİ

Son birkaç aydır en yakınım dediklerinden bile yakındı ona… Hayali arkadaş gibi… Küçüklüğünde bile hayali arkadaşı yoktu olmamıştı. Otuzundan sonra hayali arkadaş edinmek pek de sağlıklı bir durum olmasa gerek diyordu kendisinin de hak verdiği içindeki ses. Ne bir arkadaşına ne de hiç tanımadığı birine belki bir psikologa anlatmaya da cesaret edemiyordu. Bir an geliyor gitmeli anlatmalı birine diyordu, bir an ise yıllar sonra aradığımı bulmuşum kaybedemem sağlıksız olsa da diyordu sürekli bu gelgit hali başlarda sadece ruhunu yoruyordu ama şimdilerde bedeninde yorgunluk hisseder olmuştu.

Yıllardır sırdaşıydı kitaplar yazarlar kağıt ve kalem… Her okuduğu kitaptan bir ya da birden fazla dost edinirdi kendine. Kitap bitse de artık gerçekten tanıştığı birlikte güldüğü ağladığı ve mecburi yol ayrımına geldiği ama mutlaka tekrar ihtiyacı olduğunda yardıma koşacak dostlar kazandığı hissini taşırdı. Bu sefer aynı şekilde edindiği dost ile yol ayrımına gelmeyi kabullenemiyordu. Kitabın sayfaları azaldıkça hüzünleniyor ve bitmesin diye daha yavaş okuyordu.

Ayrılışı kabullenemediği dostu çok karamsardı ama bir o kadar da güçlü ve gerçekçi. Gücü karamsarlığından geliyordu. Bu da okudukça onu büyülüyordu. Karamsarlıkla büyülenmek ne kadar sağlıklı olabilirdi ki? Daha neşeli hayalperest olmasa da umutlu dostlarına dönmeyi denemişti ama yetmemişti ona artık onlar bir şeyler eksikti. Eskiden yeterlilerdi oysa şimdi ne değişmişti?

Ne değiştiğini biliyordu aslında itiraf etmek kabullenmek ve sonrasında ne yapacağını bilememe hali korkutuyordu onu. Çünkü vazgeçemediği karamsar dostu dünya ve hayatla ilgili gerçekleri tespit etmiş sindirmiş ve bu derece karamsarlığa gömülmüş ve bu karamsarlıkla tek başına yaşamıştı ölene kadar. Oysa o dostu kadar güçlü müydü? İçindeki karamsarlığın gerçekçiliğin derinliğini bu dost sayesinde keşfetmişti buraya kadar her şey yolunda sayılabilirdi. Bu yeni derin keşfiyle tıpkı dostu gibi tek başına yaşayabilir miydi; işte bundan hiç mi hiç emin değildi…

Bütün güçlülüğüne rağmen dostu bile zaman zaman o kadar yalnız hissetmiş ki bana şimdi bir insan ver diye yalvardığı olmuştu. Yalvardığı insanı bulamayınca yine yalnızlığı için bulduğu güçlü savunmalarla yalvarışını durdurup insansız yaşayabilmişti.

Aynı savunmaları kendinde de deniyordu. İki günlük yalnızlıktan sonra bu tek başınalık benim seçimim diyordu. İki gün daha geçiyordu yine gücünün azaldığını hissettiğinde, gerçekleri taşıyamayan insanlar arkadaşlığıma değmez düşüncelerimin farklılığının bedeli yalnızlığım diyordu. En fazla bir hafta dayanabiliyordu yalnızlığına. Birileriyle iletişim kuruyor sonra tekrar deniyordu. Her başaramayışında o dosta; Schopenhauer’a hayranlığı büyüyordu. Hayranlık büyüdükçe kendine kızgınlığı aynı oranda artıyordu.

Schopenhauer kadar güçlü olmak istiyordu. İmkansız olmadığını, Schopenhauer’ın başardığını, yalıtılmış yalnızlıkla yaşamanın getirdiği bağımsızlığın gücünü denediği birer haftalık sürelerde bile tatmıştı. Bunun bir ömür sürdürebildiğini bütün gücün kendisinde olabileceği fikrini kaç kez başaramasa da silip atamıyordu.

Daha kaç kez denerdi kendisi de bilmiyordu. Sonuç ne olurdu onu da bilemiyordu. Başaramazsa Schopenhauer’a hayranlık duyup onun kadar güçlü olmadığını kabullenmek zorunda kalacaktı bir yenilgi gibi… Ya da Schopenhauer’ın aslında yenildiğini çünkü insana yapısı gereği insan gerektiğini, insansız yaşamaktansa; insanlarla yaşamanın daha zor olduğunu söyleyen Sartre’a hak vererek “insanın cehennemi yine insandır” diyecekti.

Başarsın ya da başaramasın en sonunda Schopenhauer da içinde vedalaşamasa da diğer dostları arasındaki yerini bulacaktı bir tek bundan emindi. Yerini bulduğunda ise Sartre ve Schopenhauer’ın aynı yola vardıkları “Kirpi Hikayesini” hatırlayıp hiç unutmayacaktı.

(Dipnot; Kirpi Hikayesi; Kış soğuğu, oklu kirpi topluluğunu, donmaktan korunmak için iyice birbirine yanaşmaya zorlar. Fakat hemen, onları birbirlerinden uzaklaştıran, birbirine batan oklarının farkına varırlar. Ne zaman ısınma ihtiyacı onları birbirine yaklaştırsa hep bu ikici sıkıntı tekrarlanışını; bu iki dert arasında gidip gelişlerini, ta ki birbirlerine uygun, birbirlerine dayanabildikleri bir mesafe buluncaya kadar deneyişlerini anlatır.)